27.9.08

huzur


istediğim huzuru bulmaya gittim..

gittim dediğime bakma gelirim yine,

bakma, o laf olsun diye

karanlık değil yollar

tuttum sıkıca kendimi

belki

belki
.
.
.

neyse eksik olsun

yazı da sen de

6.9.08

demiş(im)

Zor - Nev






Hani Tuna Kiremitçi'nin kitabı var ya, "git kendini çok sevdirmeden" diyor, işte artık gidiyorum ben de. Sanırım dayanabileceğim son noktaya geldim. Yavaş yavaş uzaklaşıyor muyum ne? Onun korkması, benim vurdum duymazlığım, bizi bu hale getiren. Tam herşey yoluna oturdu derken yeniden aynı yerde olduğumuzu fark ediyorum. Canımı acıtıyor. Ama en güzeli bu olsa gerek. Galiba yaşanmamışlıklardı beni çeken, sana ulaşamamaktı benim düşünmeme sebep. Onu görmeyince daha bir bağlı mı oluyordum yoksa? Aslında onu değil de kafamda yarattığım insanı bekliyordum, onu düşünüyordum derinden derinden. Hep kıyıdaydım da açılmışım gibi bir hisse kapılıyordum. Bu muydu benim istediğim, beklediğim...

Gerçekten böyle olacağını düşünmemiştim. En azından "beklemek" benim için çok manalı olmuştu. "beklemek" sözcüğünün geçtiği heryerde durup düşünüyordum. Hayal ediyordum olmayacakları.

Artık minik pembe filimi kaldırdım yerine. Seviyorum ama eskisi gibi değil. Bunun farkına vardım ve biraz geç mi kaldım bilmiyorum.

Peki neden hala benim yanımdasın? Pazartesi akşam yemeğe niçin çıktık? Var olan birşeyler geziniyorsa beyninde niye konuşamıyoruz? Niye muhabbet edemiyoruz ve zamanın farkındayız hep? Yoksa eskisi gibi değil hiçbirşey, öyle mi? Artık sıkıldım ben, yoruldum, beklemeye mecalim kalmadı.

Şarkı söylüyorum. Ama sana değil.

Senle niye böyle olamadık bilmiyorum. Kendi kendine yaşadın beni, kendi dünyanda büyüttün sevgini...Birşeyin eksik olsuğunu yavaş yavaş anlıyorsun ve geç kaldın minik fil.
Hiçbirşey paylaşmadığımız, paylaşamadığımız belki de daha iyi oldu. Seninle görüşebiliyorum rahat rahat, konuşabiliyorum hayattan. İkimiz diye birşeyden söz etmiyoruz, belki de bu rahatlatıyor.

Zaman geçiyor ve yine bir bahardayız. Beklemenin son baharı bu. Sevmiyorum oysa soğukları...Dünyamın rengi de değişiyor. Gözümün alabildiği çerçeve artık sararmaya başladı.
Hiçbirşey yerinde durmuyormuş bir başlangıç ve bir son. Oyunlar oynadım sensizliğinde, seninle ama sensiz filmler izledim, seninle uyudum, seninle ağladım, kimi zaman oldu yalnız oturduğum masada tam karşımda oturuyordun, sana hediye aldım, doğumgünümü hayalimde birlikte kutladık, bana sarıldın oysa yoktun, gözlerimin içine baktın, elimi tuttun ama yoktun.

Evet, herşeyi ben uydurdum zihnimde, ikimize replikleri verdim. Şimdi yine repliğin elinde ama bu kez ben vermedim, o sana ait olan... ve sen oynuyorsun.
Sahne senin.
Gidiyorsun artık, zaman daraldı biliyorum, hani dilinin ucuna geliyor değil mi? Seni bir daha göremezsem düşüncesiyle söylemek istediklerin. Tutuyorsun öylece ve boğazında düğümleniyor. "Ben seni çok seviyorum, bir daha söyleyemezsem kahrolurum". Diyemiyorsun. İşte yine hayal ettim o gece bunu söylediğini, senin elini tuttuğumu....
Olmuyor böyle, sen üzülüyorsun ben üzülüyorum. Sana yazılmış bir mektup oldu sanki bu. İçimden koptu.
Artık "gitmektesin..." ve ben de diyorum ki "git kendini çok sevdirmeden".

13.05, Perşembe
20-10-2005



deniz